10 Mart 2009

hoşçakal demek hala zor

iyi ki doğdun..bu gün radyomu açtığımda çalan ilk şarkı bu oldu.garip tesadüf..senin olsun tamam? tüm zamanların anısına.

6 Ocak 2009

anlamsız

çok anlamsız bi hava esmekte içerdem dışarıya
süprüntü bir kenar bulmalı böyle soğuklarda
ya burnunu dışarı uzatmalı ya da kediyi içeri almalı
ya kumsalda bi hasır şemsiyeyi devirmeli siper niyetine
ya da bütün kasabayı yakmalı
çok masum insanlardı
hepsinin kimlikleri vardı
bi kısmanın kulakları
çok acımasız bi rüzgar esmekte yeni değil
evveli var kimse bilmemekte
dalgaların daldınlığı mı desem
yosunların umursamazlığımı bilemiyorum
yoğun bi sis var toza karışmakta
herkes aynı şöleni yağmalamakta
yerini bul kendini koru şiddetini kuşan
sen en makulusun yaratılanların
en garanticisi en acımasızı
en masum ve özeli
çek zincirini ilkelin
vur çekici örse
tarih çatlamakta günden güne toprak çoğalmakta yığınla
bir diğerine yer yok mu diyorsun
senin olsun

15 Aralık 2008

Polisin gazı bitti, ordu sarı alarmda

"Polisin beş günde dört ton göz yaşartıcı gaz kullanınca, şiddet olaylarının merkezi başkent Atina’da polisin elindeki gaz tükendi. Diğer şehirlerden Atina’ya ‘cephanelik’ göndermeleri istendi. Ama depolardaki göz yaşartıcı gazların son kullanım tarihinin geçmiş olduğu belirlenince, insan sağlığına ne kadar zararlı olduğu tartışmaları başladı. Sonunda bir İsrail şirketine sipariş verildi."


İnsan sağlığına zararlı olmayan göz yaşartıcı gaz nasıl oluyor acaba?

8 Aralık 2008

bir maili iki kişi kullanan insan evlatlarının hayat gailesi

zgrım bundan sonra insan gibi ayrı bir mail kullanıcam kendi yazılarım için..ekip üyesi olduk artık senin için de uygunsa..bi de özledim...

22 Kasım 2008

femıli tıri

sev(di)cek

seni ısıtsın diye aldığım soba çok dandik çıktı..aynı evi paylaşmadığımızdan beri neye dokunsam elimde kal(yan)ıyor..içim de yanıyor..
bilmiyorum ki h(t)epsi bu muydu..tepsiyle sunulmuyor erkenden çıktığımız o sabah kahvaltılarının huzuru..
hep söylerdin şimdi ölsem eyvallah derim şahane bir hayattı benimkisi..hakkaten öyle; düşmesiyle kalkmasıyla ne güzel bir yolculuktu...

dyg

tabure savaşları

ev ne zaman kalabalık olsa ve film izlemeye karar versek tabure savaşları başlıyor..koltuğa oturan herkes ayaklarını uzatabilecek bir tabure kapmak için diğerinin ayağını sinsice itmeye çalışırken değişik teknikler uyguluyor..ayağını diğerininkine yaklaştırıp baş parmağını fıtı fıtı oynatarak diğer ayağın sahibini huylandırmalar,taburenin altına baş parmağını sokmak marifetiyle sinsice tabureyi kendi bölgesine doğru çekmeler...bir nevi huzursuz ayak sendromu.hele de o ayak sinan ayağıysa... 07 Temmuz 2007 Cumartesi


Taslaklarda bulduğum yarım kalmış bir yazı..en salakça şeyleri bile özleyeceğimi bilmek; sanırım hüzün bu olsa gerek..

dyg

18 Kasım 2008

the right to the city

"The right to the city is far more than the individual liberty to access urban resources: it is a right to change ourselves by changing the city. It is, moreover, a common rather than an individual right since this transformation inevitably depends upon the exercise of a collective power to reshape the processes of urbanization. The freedom to make and remake our cities and ourselves is, I want to argue, one of the most precious yet most neglected of our human rights. "

16 Kasım 2008

Keiner liebt mich

Don't be afraid, Fanny. Your past is
a skeleton that walks behind you.Your future is the skeleton
in front of you.They'll both never leave you. But...
Sometimes they want to talk to you,
tell you to sit down,relax, take a break.They'll offer you a drink and promise you everything you want.
But don't listen to them.Keep going. Keep on going.
And don't wear a watch.They'll remaind you what time it is.
It's always...
...the same time.
Understand? It's always now.

6 Kasım 2008

yazı

şimdi efendim yazı yazmak yazı yazmaktır senin yazdığın bişeye benzemiyosa ya niye blog köşelerinde dolaşmaktır diyesim geldi.. aslında şöööyle bi gerilere gidersek, toz bulutlarının sonunu asla kestiremiicekleri atraksiyonlara girmelerinden çook sonralarını kastediyore elbette.. siyonla biten kelimelere karşı beslediğim sıcak sempati, fransızcaya da ilgi duyduğum anlamına mı gelmeli? ve yööö aeslaa..
herdaim gısrtlak temizliğinin önemi demek benim için fransiziyo.. fransızları seviyor muyum? sanırım bayılıyorum.. mahallede olsaydı isterdim ben küçükken en azından üç beş..üçün beşin hesabını yapar mıyım? pek tabiy ki.. küçük yaştan beridir.. üçün beşin hesabını yapamayan adam... ayyy fo of of bi keder aldı şimdi beniakşam akşam..
bloga yazmaya yazmaya ruh sağlığı elden gitmiş haberim yok. bi gidiyo kafa bi geliyo.
işte gerilerden getirip toparlıyım da ortada kalmasın mevzuu.
yazı yazmak yazı yazmaktır yazı yazmak kendin yazmaktır ilen başlamış idi bu blog macerası, ilgili arkadaşlar bilir ve o arada geçiridikleri zamana ve beyhude akan ömürlerine ahh ederek yan dudaktan gülümserler bildikleri oranda.. şmdi uzun bi aradan sonra her ne kadar arayüzü bana sağlık sitelerini hatırlattığından ötürü içime sinmese de sanki özlediğim birine sarıllıyormuşum hissi yarattı..
bazen de hayatındaki eksik şeyin eksikliğini ona kavuştuğunda anlamaz mısın zaten?
en özel sohbetlerimin bi parçasıymış da sadece ona söyleyeceklerimi ona söyleyemediğimden ötürü biriken gam kasavet az önce şıngırdattığımız demli çaylarımızı içerek sohbet ediyormuşuzcasına uçuştu dağıldı gitti sanki..
insanın aklı herdaim düzkontak hesabıyla çalışmakta galiba bu da hayatın keyifli tarafı.. ha hiç öyle olmasa insan hep akllı olsa gitgeller olmasa olmaz mı olur pek tabii ama o gitler geller olmadan hayat düz bi ip gibidir ve bazen insanın baktığı açıya göre bi nokta gibi de görünebilir..
velhasılıkelam ne de hoşmuş bilmez idim bu derde düşmeden önce blogda yazı yazmak arada bakmak ve de buradan iletişim kurmak ve de yazışmak ki bu amaç için hazırlamı idik bu köşeciği.. öyle tıngırdadı ki gönül tellerim sanki bak şimdi... hani yıldızlara bakarsın da birisine söylemek istediğin şey içinden geçer bi tanesini kestirmişken gözüne ve öyle hissedersin ki o aynı gökyüzü altında eğer o yıldıza denk gelirse konuşmak istediğin kişi aklındakiler ona geçivericekmiş gibi.. bu ihtimal dahi içini doldurur.. bu sanki bi adım ötesi..
bu arada yokluğumda ortalık şiire kesmiş çarşaf çarşaf yazıyla dolmuş farketmedim sanma.. öyle bi çöreklenme durumu seziliyor sanki.. avucunu yalarsın.. ben bilirim kapatmasını arayı:)..
zingır

4 Kasım 2008

halet-i ruhiye

- hiç olmadığım kadar mutluyum aydın abi.
- hiç mi?
- hemde hiç..
- yapma yav hiç mi değilsin?
- evet..hiç mutlu değilim!..
- hay allah, üzüldüm.
- ben de..nooldu anlamadım, çok mutluydum demin halbuki..
- hadi git artık..

29 Ekim 2008

geyikli gece

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut dövüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

'Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında..

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

'Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ay ışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayak ucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
'Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum'

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

21 Ekim 2008

this day next year

Words are the worst way to say what I have to say, but sometimes you can't play how you want to play to show it well. And this is one splinter of a sentence, both a pain and a pleasure to try to expel. But I have to tell about the years of influence and artless advice that can still only escape in a struggling, stilted excuse for a smile. And when you're parked over on the wrong side of nowhere no amount off nothing is going to make it worthwhile. A touch, subdived, rinsed, and sold, before the hands have a chance to get cold, as an eyelash pries an hour from the schedules of the uninvolved. And your sills so-called insulation can only sigh at December Sundays, unsolved. So like the transportation of the suns, you must hold steady to the ones who light your mornings, nights, and aftermoons. And if you should grow angry with the pace of chance, don't be afraid to make some plans for December Sundays soon. Today you missed her getting up once again. Well boy, you've got to listen to me-promise her you'll rise this day next year from this very bed...

19 Ekim 2008

nefes al... sadece nefes...al...

ben burada değilim ve tüm bunlar olmuyor..zamanın çabuk akmasını isteyen ben değilim..geleceğimi evcilleştirip küçük bir taşıma kutusunda saklamak isteyen ben değilim..zamanı geldiğinde onu kısırlaştırıcak olan ve böylece beyaz tüylü kocaman bir hayvan gibi sokaklara çıkıp vahşi türdeşleriyle çiftleşmesine engel olacak olan da ben değilim..o tüylü hayvanı seviyorum ve hep benim olmasını istiyorum..bütün gün göbeğimde yatmasını ve benden biraz oyun biraz yemek ve biraz su dışında bir şey istememesini..hatta keyfim yerindeyse belki tüylerini de tararım ama hepsi bu kadar..sıkıldığını görmeye dayanamıyorum keşke evde yaşamaya daha uygun olsaydı..bu kadar kararsız olması benim suçum değil..bunu bilemezdim..birçok şeyi bilemediğim gibi..peki evcilleştiğinde nasıl olcak..daha vahşi daha doyumsuz daha bilge yada daha korkak..pembe ağzı ve unutkanlığıyla yeniden başını beleya sokacak..biliyorum çünkü onu ben eğittim..bi daha yapmayacaktı..en son sokağa çıktığında günlerce susuz kalmıştı..felç olmuş omurgasıyla yerinden bile kıpırdayamamıştı..onu eve getirdiğimde minnettar gibiydi..şimdi yeniden dışarı çıkmalı..sırtını bükmeden yürümeyi öğrenmeli..başka seslere başka yüzlere başka kokulara alışmalı..hayatta kalmalı..aslında "sıcacık" evinde, evin mis kokulu misafirinin göğsünde yatmayı özlerken..artık gitmesi gerek..yeni evler yeni sahipler ve onların yeni misafirleri...şeker kokmayan..ama sessiz ,zararsız, dilsiz...bu kadar evcilleşmişken...hayatta kalmalı...
hayatta kalmalı...
hayatta kalmalı...

dyg




Let the show begin
It's a sorry sight
Let it all deceive
Now I'm
Pains in me that I've never found

Let the show begin
Let the clouds roll
There's a life to be found in this world
And now I see it's all but a game
That we hope to achieve
What we can
What we will
What we did suddenly

But it's all just a show
A time for us and the words we'll never know
And daylight comes and fades with the tide
And I'm here to stay

But it's all just a show
A time for us and the words we'll never know
And daylight comes and fades with the tide
I'm here to stay

17 Eylül 2008

aşkın şemali

bütün unuttuklarım
hep orada olup da artık göremediklerim
ve eksik bıraktığım ellerin için
özür dilerim

şerbetli ve fıstıklı bir şeyler alacağım senin için
sen gelene kadar kimseye yedirmeyeceğim
yatağın en serin ve yumuşak yerini ayıracağım sana
ve sessizce uzanıp bekleyeceğim

tüm perdeleri açacağım, tüm gündüz ışıklarını kısacağım güneş dışında
eğer gözünü acıtırsa onu da başparmağımla kapatacağım

pervaneyi de durduracağım
üşütüp hasta olma diye
hem eskisi kadar ihtiyaç da yok burada
yokluğunda çok soğudu ev

eve bir kasa bira alacağım
ekşi kokunu içime çekeceğim
olduğun ve olmadığın
ve milyon yıl birimince düşlediğin
binlerce şey için seni çok seveceğim

çok....

12 Eylül 2008

çok yorgunum (beni bekleme kaptan) gerçekten çok yorgunum..tırnaklarımla tutunmaya çalışıyorum gerçeğe..gerçek dünyaya herşeyin normal olduğu hissine...tırnaklarım sökülürcesine düşüyorum düşüyorum...beni tutacak kimse hiçbirşeyyok...tek istediğim yaşamak ciğerlerimde bu yanma olmadan..kocaman bir nefes almak..sonra gülmek kendime...deli gibi gülmek ne salakmışım demek..hayattan korktum..kendimden korktumkorkmaktan korktum..içten gelen bir gülüş...güvenlik hissi..tüm bunlarla baş edebilmek..evimde olduğum hissini özledim..kaç yıldır yok..bilemiyorum..çok zaman oldu bin yıl mı bir ömür mü hep mi böyleydim..kimim..bir kadın programında buluşmak istiyorum kendimle..hıçkıra hıçkıra..çok özledim diye sarılıp ayılıp bayılmak istiyorum...reklam arasında alıp gitmek istiyorum kendimi...bir daha dönmemeyi..kimseye kaptırmamayı...artık hep olduğum insanı sevmeyi..çok yorgunum...

6 Eylül 2008

HATIRA ORMANI


Bilinç ormana benzer. Yaşanan, anlamlandırılan her şey ağaçtadır. Kimi zaman bir yaprak; kimi zaman hayattaki güçlü bir değişimi ve yeni yaşantılara, anlamlara uzanan bir dalı sembolize eder.

Kapıyı çarptım ve çıktım. Sarı yapraklı kızıl çizgiler yere saçıldı. Ardımda müthiş bir trafik bırakmıştım. Yükseklikten bunaldım ve uçmamak üzere bıraktım kendimi. İçine daldığım suyun bu kadar yumuşak olması, düşüşümü korkunç derecede uzattı. Zar zor bir dala tutundum ve ayaklarım çıplakken daha insaniydi. Mide bulantısı veren siren sesleri ve düdükler kanatlarımı ağırlaştırdı. Yürümeye başladım ve sonra sıçramaya, mistik bir ezgi eşliğinde. Sigaramı söndürdüğümde her şey bitmişti. Parmaklarım ölü filtreye sımsıkı tutunmuş, ses kesilmiş ve görüntü donmuştu. Sol yanağıma yediğim tokat yeni bir hareket tarzı doğurdu evrende ve her şeyde. Nereye gidersem gideyim yolumun kenarında bana –her zaman- eşlik eden o kızıl yapraklı sarı çizgiler bu defa yoktu. Küfür ettim geçmişine her şeyin. Her yerin tabanına ve her duygunun tavanına; küfrettim ve ardından sıçramaya başladım. Mavi bir kayıkta –ki tek kürekliydi- yarı baygın uyandım. Ay elinden geldiğince ışık veriyordu karanlığıma. Issız bir eve girdim. Kapının ardına atılmış zarflara bakmadım bile. Musluğu açar açmaz müthiş bir yağmur başladı. Üzerimdeki kuru iş kıyafetlerimle ıslanmayı göze alamadım. Musluğu kapadım ve soyundum. Kayalıklara uzanıp güneşe sarıldım. Sırılsıklam uyandım. Sımsıkı avucumda bir akrep ölü bir insan gibi yatıyordu. Avucumdan ölü akrebe mezar yaptım ve orada bıraktım. Sersemlemiştim, şarkı bile söyleyemiyordum. Güneş neden hep tepede ve ay neden sürekli daireler çiziyor etrafımda. Kimi zaman nefes alamıyorum, doktorların henüz bilmediği bir astımım var. İyileşmek için her hafta 10bin kulaçlık mesafeyi yürüyorum.

-Bu dünyada doyurulmamış açlıktan nefret ediyorum. Aklınıza gelebilecek her türlü açlık! Kürsülerden nefret ediyorum ve yükselmek için kürsülere aç insanlardan-

Tatlı meyvelerle dolu sepete uzandım ve kapı kolunu çevirip içeri girdim. Dışarıdaki kavgayı içerideki TV den seyreden insanların arasında yüzdüm. Zıpkınım yoktu ve çok açtım. Çiğ ruhlarını pişirmeden yedim. Her şeyi düşleyebiliyordum ancak birkaçını yaşayabiliyordum. Filtreyi bıraktım. Halı kirliydi, yatak dağılmış, sular etrafa saçılmıştı. Tencerenin kapağını kaldırdım hasretle taşan kendimi gördüm. Yere serildim. Sürüne sürüne bir dağın yamacına geldim. ^^Yankılanan sesim olmasın?^^ Bu çölde bütün kumlar birbirine karışmış. Altın sarısı bir ip çıkageldi, kıvrıla kıvrıla. Daha önce hiç duymadığım ve duyduktan sonra hatırlamadığım bir şeyler söyledi. Çok korkmuştum, hemen koşmaya başladım. Ceplerimden düşenlere aldırış etmedim. Koştum ve sürekli koştum. Nereye gidersem gideyim yol kenarında bana eşlik eden gelinciklerden hiçbir iz yoktu. Durdum. Bu yol benim yolum değil! Daha önce hiç yürümemiş ya da yaşamamış değilim! Hepinize kızıyorum


(hepinize kızgınım) Tek kürekle aşabildiğim kadarını aştım denizin. Ama deniz yuvarlaktır. Ne başı vardır ne de sonu. Bildiklerim hep benim bildiklerim.

3 Eylül 2008

nutella

geceye dağılabildik mi
zamanı geldi mi
kızarmış gözlerinden yuvarlanan trenlerin dumanı ayışığında süzülürken
sandım ki
zamanı geldi

dağılabildik mi
dağılırsak düşeriz demiştin
sen mi demiştin
belki başka bi deli
şimdi hatırladım aslında ismini
düşmekten korkmadık değil mi
düşmekti gizli isteğimiz

düşersek eğer bu yağmurlu bi havada olsun isterim
gözlerim kamaşsın
kızarmış ellerim göğü göstersin
burnumun ucu alev alsın
ne dersin

krakerlerle şiir yazılabilir desem sana
bonibonlardan dokuz taş
erimişş çikolatayla yatağa girsek seninle ağzımız
yüzümüz nutella
televizyonu açmamı istermisin

ister misin düşelim
bunu görmek ister misin
sana bunu öğretebilirim
bilirsin burun büyütmeyi severim
akşama kadar
sen ol yanımda isterim
yanımda dur

orda durma

burası çok geniş karanlığa sızıyor gözlerim
neden düşüyor elerim
gecenin üçünde doğdum gözleirm kördü
havada yakaladım gördüğüm ilk düşü
sıkıca tuttum ama o düştü
ellerim düştü
dağıldık
toparlandık çeki ve de düzen aldık
bozuk çıktı
naylondandı
kenarlarından yapıştırıcı aktı
dudakları var mıdır isteklerin
peki ya dilleri
hangi dilleri bildiğini bi düşün
başın dönecektir
ama gece büyük seni affedecektir

teselli olcaktır sana kaybettiklerin
sense bi armağan bana ve hayata
gülümsemeni özledim
gözlerinde kaybolmayı
zamanı geldi

gelmedi mi


zgr

metafor

GÖZler içlerinden bi haber olabilir mi dersin
hangimizin üstünü örtmekte rüzgarlar
belki de eğilmek gerekmektedir sesin nereden geldiğini anlamak için
belki eğri belki büğrü ama bi o kadar doğru
ne kadar da kolay unutuyoprsun
hayalet atlara bineceğimiz geceye ne oldu
konuyu dağıtmayalım
ayışığının okşadığı gecelercen bahsetmek istiyorum sana
verimli topraklara dokunur gibii gezinen parmaklardan
hangimizin üstünü örtmekteydi gökyüzü,
bu sarhoş dağınıklıktan
aşkulade
yılları aşan bi mutluluğa sarılır gibi ince bi tebessümle dudağının kenarında, karısına sarılan yaşlı bi adamın huzur içinde gevreyen gözaltı torbalarından
sıcak bi yaz mevsimi gibi sıkıca tuttuğumuz tutkularımızdan
pencerelerin hiç kapanmayan panjurlarından
o saatlerde kol gezen tüm huzursuz dıygulardan
kontrolden çıkmış bi küfür gibi sarhoş bi ağızdan
perdenin arksında kimin olduğunu bilmediğimi sanma
neden bunca şeyi kabullendiğimizi bilmediğimi
ve tüm gecenin bununla burada biteceğini
daha da içmemiz gerek bunu biliyorsun
ne çok şey biliyorsun
beni şaşırtıyorsn

şaşkınlıktan ve kızgınlıktan yazıyor insan
dünya biraz böyledir biraz şöyle
unutmamak gerek ki bildiklerimizi kuşatıp boğazını sıkarken bilmediklerimiz
dur orda

orda dur
ayaklarına bi göz at hala yerinde mi
seni yukarıya kadar taşıyabilir mi
cennetin kapısına
kapısı kapanacak bi cennetten
çatlak bi bardak gibi atarlardı seni
biliyorsun
şimdi
dünya senin
ne kapı ne pencere
ne delik ne anahtar
ne metafor ne delilik
kan ve kanşekeri

rüzgarsız dağılıyor saçların görebiliyorum
inanmakta tereddüt ediyorsun
gözlerinde bulabiliyorum
kaybolmak istiyorsun ama
peşindeyim
kendimi kaybedersem eğer
sana sırrımı verebilirim

belki gömleğime sarıp


zgr

28 Ağustos 2008

And I lie some other day

tanrı son zamanlarda bana çokçaişaret gönderiyor nedir? yazdığım koca bir yazı sadece 2 saniyelik bir elektrik kesintisiyle silindi gitti..
kendime hiçbir şey olmasa da o yeter diyebileceğim bir şey bulmalıyım..ve bu şey manevi olmalı..başkalarına değil özüme ait bir şey..






düşünmek dünyanın laneti..var olduğu ilk andan itibaren..

7 Temmuz 2008

prozac

okulumuzun insanlık dışı uygulaması sonucu 7 temmuza sarkan sınavların son ayağını da bugün itibariyle tamamlamış bulunuyorum..sanırım parlak denebilecek bi performans sonrası bu zulmü her sene yaşatan okulumdan eylüldeki bütler sonrasında mezun olacağım..en azından öyle umuyorum..kişilerin meslek edinme, evlilik kararı iş güç zırt pıt derken 25-30 yaş arası dönemi ergenliğe benzer bir sendrom yaratıyormuş psikolojosinde..ikinci bir büyüme dönemi..zaten eskiyle kıyaslanırsa insanlar oldukça geç yetişkin sayılıyor..yani 21 yaşında çalışmaya başlayan, 22 yaşında evlenen, en kötü ihtimalle de 25 yaşında çocuk sahibi olan nesle kıyasla...bu durum lüks mü lanet mi bilmiyorum..ama hakkaten bunaltıcı geçiyor şu 25-30 yaş arası dönem..eskiden çalışmaya başlamak hayatın sonu gibi gelirdi..en sevimli haliyle; bütün o plansızlıktan, muhabbetle geçen uykusuz gecelerden, öğle saatlerine kadar kestirmekten, yazları uzun uzun tatil yapmaktan ve yapmayı sevdiğim diğer bir sürü şeyden feragat gibi..ne de olsa eğer klasik 9-6 mesaili bir işte çalışıyorsan muhtemelen muhabbetten değil eve iş getirmekten uykusuz kalmışsındır..bizim jenarasyonun freelance işlere ve ülkede yeni yeni peyda olan sanatlı sepetli mesleklere tüm meyli bundandır kanımca..ne de olsa bu işler için uykusuz kalmak bile eğlenceli :) zaten 18 yaşında ergenlik eblehliğiyle seçtiği müstakbel mesleğini yapması hiçbir insandan beklenmemeli..

şu 25-30 yaş aralığı mezuuna dönersek, hala öğrenciliğin arkasına sığınabiliyorken sahip olduğum en basit lüksleri bile çok özleyeceğimi biliyorum ve bu beni hiç mutlu etmiyor..( seni öldürürüm ve seninle bir daha asla konuşmam) keşke öğrencilik hayat boyu sürse..ben eğer öğrenci olacabileceksem harcadığım her kuruş konusunda vicdan azabı yaşamaya, ay sonunda faturaları nasıl ödeyeceğimi düşünmeye ve her tatili çadırda geçirmeye razıyım.ne de olsa öğrenciliğin kendine has sürprizleri var:)


dyg

15 Haziran 2008

...

dün gece rüyamda zeki mürene onu ne kadar çok sevdiğimi anlatıyordum..zeki müren bir gazinoda çalışıyordu ve bir hayli cilveliydi..şimdi gözümün önüne geldiğinde konuşması hareketleri çok komik geliyor..sonra olayla bağlantı kuramadığım bir sürü şey..bir dostumla konuşuyordum telefonda, bana "düşündüğümüz gibi olmayacak ama filanca şehirde bir ev alacağım orada hep birlikte yaşayacağız artık" diyordu..bunun ne anlama geldiğini fark etmem biraz zaman aldı..derken fark ettim..mutluydum...herşey olması gerektiği gibiydi..şaşırmadım...sonra bu akşam inandığımız şeyleri düşündüm, çok uzun zaman önce değil bundan sadece bir iki yıl önce...tüm sevdiklerimizle aynı evde oturmak...akşam yemeklerini birlikte yemek..işten döndüğümüzde bir iki bira açıp müzik dinlemek..evde atölyemiz olacaktı ve bizimkilerin müzik yapabileceği ses geçirmeyen bir odamız..sonra bir takım pratik sebeplerle aynı apartman ama farklı daireler oldu..derken aynı şehir...ve derken tam bir sessizlik..topluca kararlaştırılan bir sessizlik..tamamen pratik sebeplerle...şimdi biliyorum ki hayatımızdaki son insandan da vazgeçtiğimizde ayakta duruyor olacağız..daha sakin olarak...hiç yakınmadan ve "şaşırmadan" tıpkı rüyamda dostumun hep birarada olacağımızı söylediği zamanki gibi..

ayşen'e :)...

dyg

30 Mayıs 2008

uyurgezerler

doğduğum kentte uykularında gezen bir ana kız yaşardı.


bir gece dünyayı sessizlik kucaklamışken uykuda yürüyen anneyle kızı sisle örtülmüş bahçelerinde karşılaştılar.

ve anne dedi ki, "sonunda, sonunda, düşmanım! benim gençliğimi parçalayan sen- kendi hayatını benimkinin kalıntıları üstüne kurdun' seni öldürebilmeyi isterdim!"

ve kızı dedi ki, "ah kin dolu kadın, yaşlı bencil! özgür benliğimle aramda dikilen sen! benim hayatımı kendi solmuş hayatının bir yankısı yapmak isteyen sen! ölmüş olmanı isterdim!"

o anda bir horoz öttü ve iki kadın da uyandı. anne kibarca dedi ki, "sen misin hayatım?" ve kızı kibarca cavapladı, "evet, canım."

26 Mayıs 2008

ne biçim bir ruh hali..?!

yine tırt isyanlar içindeyim..naifçe girip, inceden ve sinsice insanları manasızlığa sürükleyecek muhabbetler başlatmak niyetindeyim.tam kıvama geldiklerinde "ya bugün ne pişirsek dolapta da birşey yokmuş. ben bi markete gidip geleyim" demek ve markete doğru keyifle seyirtirken de zerrin özeri güzide şarkısıyla anmak..

evli olup bekar kalsam
calişmadan zengin olsam
cok yiyerek zayıflasam
sevgilimden ayrılmadan her gün yeni aşk yaşasam
gizli olsa
herkes bilse

istemeden seçtiklerim
ne isim var burda benim
ben aslında caz severim
cok yaşasam
yaşlanmasam
estetiksiz güzel olsam
olgunlaşıp cocuk kalsam
hep bana bana...

(ayrıca bknz: ayşe arman tadında yazmak)

dyg

  © Blogger template 'iNY' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP