17 Eylül 2008

aşkın şemali

bütün unuttuklarım
hep orada olup da artık göremediklerim
ve eksik bıraktığım ellerin için
özür dilerim

şerbetli ve fıstıklı bir şeyler alacağım senin için
sen gelene kadar kimseye yedirmeyeceğim
yatağın en serin ve yumuşak yerini ayıracağım sana
ve sessizce uzanıp bekleyeceğim

tüm perdeleri açacağım, tüm gündüz ışıklarını kısacağım güneş dışında
eğer gözünü acıtırsa onu da başparmağımla kapatacağım

pervaneyi de durduracağım
üşütüp hasta olma diye
hem eskisi kadar ihtiyaç da yok burada
yokluğunda çok soğudu ev

eve bir kasa bira alacağım
ekşi kokunu içime çekeceğim
olduğun ve olmadığın
ve milyon yıl birimince düşlediğin
binlerce şey için seni çok seveceğim

çok....

12 Eylül 2008

çok yorgunum (beni bekleme kaptan) gerçekten çok yorgunum..tırnaklarımla tutunmaya çalışıyorum gerçeğe..gerçek dünyaya herşeyin normal olduğu hissine...tırnaklarım sökülürcesine düşüyorum düşüyorum...beni tutacak kimse hiçbirşeyyok...tek istediğim yaşamak ciğerlerimde bu yanma olmadan..kocaman bir nefes almak..sonra gülmek kendime...deli gibi gülmek ne salakmışım demek..hayattan korktum..kendimden korktumkorkmaktan korktum..içten gelen bir gülüş...güvenlik hissi..tüm bunlarla baş edebilmek..evimde olduğum hissini özledim..kaç yıldır yok..bilemiyorum..çok zaman oldu bin yıl mı bir ömür mü hep mi böyleydim..kimim..bir kadın programında buluşmak istiyorum kendimle..hıçkıra hıçkıra..çok özledim diye sarılıp ayılıp bayılmak istiyorum...reklam arasında alıp gitmek istiyorum kendimi...bir daha dönmemeyi..kimseye kaptırmamayı...artık hep olduğum insanı sevmeyi..çok yorgunum...

6 Eylül 2008

HATIRA ORMANI


Bilinç ormana benzer. Yaşanan, anlamlandırılan her şey ağaçtadır. Kimi zaman bir yaprak; kimi zaman hayattaki güçlü bir değişimi ve yeni yaşantılara, anlamlara uzanan bir dalı sembolize eder.

Kapıyı çarptım ve çıktım. Sarı yapraklı kızıl çizgiler yere saçıldı. Ardımda müthiş bir trafik bırakmıştım. Yükseklikten bunaldım ve uçmamak üzere bıraktım kendimi. İçine daldığım suyun bu kadar yumuşak olması, düşüşümü korkunç derecede uzattı. Zar zor bir dala tutundum ve ayaklarım çıplakken daha insaniydi. Mide bulantısı veren siren sesleri ve düdükler kanatlarımı ağırlaştırdı. Yürümeye başladım ve sonra sıçramaya, mistik bir ezgi eşliğinde. Sigaramı söndürdüğümde her şey bitmişti. Parmaklarım ölü filtreye sımsıkı tutunmuş, ses kesilmiş ve görüntü donmuştu. Sol yanağıma yediğim tokat yeni bir hareket tarzı doğurdu evrende ve her şeyde. Nereye gidersem gideyim yolumun kenarında bana –her zaman- eşlik eden o kızıl yapraklı sarı çizgiler bu defa yoktu. Küfür ettim geçmişine her şeyin. Her yerin tabanına ve her duygunun tavanına; küfrettim ve ardından sıçramaya başladım. Mavi bir kayıkta –ki tek kürekliydi- yarı baygın uyandım. Ay elinden geldiğince ışık veriyordu karanlığıma. Issız bir eve girdim. Kapının ardına atılmış zarflara bakmadım bile. Musluğu açar açmaz müthiş bir yağmur başladı. Üzerimdeki kuru iş kıyafetlerimle ıslanmayı göze alamadım. Musluğu kapadım ve soyundum. Kayalıklara uzanıp güneşe sarıldım. Sırılsıklam uyandım. Sımsıkı avucumda bir akrep ölü bir insan gibi yatıyordu. Avucumdan ölü akrebe mezar yaptım ve orada bıraktım. Sersemlemiştim, şarkı bile söyleyemiyordum. Güneş neden hep tepede ve ay neden sürekli daireler çiziyor etrafımda. Kimi zaman nefes alamıyorum, doktorların henüz bilmediği bir astımım var. İyileşmek için her hafta 10bin kulaçlık mesafeyi yürüyorum.

-Bu dünyada doyurulmamış açlıktan nefret ediyorum. Aklınıza gelebilecek her türlü açlık! Kürsülerden nefret ediyorum ve yükselmek için kürsülere aç insanlardan-

Tatlı meyvelerle dolu sepete uzandım ve kapı kolunu çevirip içeri girdim. Dışarıdaki kavgayı içerideki TV den seyreden insanların arasında yüzdüm. Zıpkınım yoktu ve çok açtım. Çiğ ruhlarını pişirmeden yedim. Her şeyi düşleyebiliyordum ancak birkaçını yaşayabiliyordum. Filtreyi bıraktım. Halı kirliydi, yatak dağılmış, sular etrafa saçılmıştı. Tencerenin kapağını kaldırdım hasretle taşan kendimi gördüm. Yere serildim. Sürüne sürüne bir dağın yamacına geldim. ^^Yankılanan sesim olmasın?^^ Bu çölde bütün kumlar birbirine karışmış. Altın sarısı bir ip çıkageldi, kıvrıla kıvrıla. Daha önce hiç duymadığım ve duyduktan sonra hatırlamadığım bir şeyler söyledi. Çok korkmuştum, hemen koşmaya başladım. Ceplerimden düşenlere aldırış etmedim. Koştum ve sürekli koştum. Nereye gidersem gideyim yol kenarında bana eşlik eden gelinciklerden hiçbir iz yoktu. Durdum. Bu yol benim yolum değil! Daha önce hiç yürümemiş ya da yaşamamış değilim! Hepinize kızıyorum


(hepinize kızgınım) Tek kürekle aşabildiğim kadarını aştım denizin. Ama deniz yuvarlaktır. Ne başı vardır ne de sonu. Bildiklerim hep benim bildiklerim.

3 Eylül 2008

nutella

geceye dağılabildik mi
zamanı geldi mi
kızarmış gözlerinden yuvarlanan trenlerin dumanı ayışığında süzülürken
sandım ki
zamanı geldi

dağılabildik mi
dağılırsak düşeriz demiştin
sen mi demiştin
belki başka bi deli
şimdi hatırladım aslında ismini
düşmekten korkmadık değil mi
düşmekti gizli isteğimiz

düşersek eğer bu yağmurlu bi havada olsun isterim
gözlerim kamaşsın
kızarmış ellerim göğü göstersin
burnumun ucu alev alsın
ne dersin

krakerlerle şiir yazılabilir desem sana
bonibonlardan dokuz taş
erimişş çikolatayla yatağa girsek seninle ağzımız
yüzümüz nutella
televizyonu açmamı istermisin

ister misin düşelim
bunu görmek ister misin
sana bunu öğretebilirim
bilirsin burun büyütmeyi severim
akşama kadar
sen ol yanımda isterim
yanımda dur

orda durma

burası çok geniş karanlığa sızıyor gözlerim
neden düşüyor elerim
gecenin üçünde doğdum gözleirm kördü
havada yakaladım gördüğüm ilk düşü
sıkıca tuttum ama o düştü
ellerim düştü
dağıldık
toparlandık çeki ve de düzen aldık
bozuk çıktı
naylondandı
kenarlarından yapıştırıcı aktı
dudakları var mıdır isteklerin
peki ya dilleri
hangi dilleri bildiğini bi düşün
başın dönecektir
ama gece büyük seni affedecektir

teselli olcaktır sana kaybettiklerin
sense bi armağan bana ve hayata
gülümsemeni özledim
gözlerinde kaybolmayı
zamanı geldi

gelmedi mi


zgr

metafor

GÖZler içlerinden bi haber olabilir mi dersin
hangimizin üstünü örtmekte rüzgarlar
belki de eğilmek gerekmektedir sesin nereden geldiğini anlamak için
belki eğri belki büğrü ama bi o kadar doğru
ne kadar da kolay unutuyoprsun
hayalet atlara bineceğimiz geceye ne oldu
konuyu dağıtmayalım
ayışığının okşadığı gecelercen bahsetmek istiyorum sana
verimli topraklara dokunur gibii gezinen parmaklardan
hangimizin üstünü örtmekteydi gökyüzü,
bu sarhoş dağınıklıktan
aşkulade
yılları aşan bi mutluluğa sarılır gibi ince bi tebessümle dudağının kenarında, karısına sarılan yaşlı bi adamın huzur içinde gevreyen gözaltı torbalarından
sıcak bi yaz mevsimi gibi sıkıca tuttuğumuz tutkularımızdan
pencerelerin hiç kapanmayan panjurlarından
o saatlerde kol gezen tüm huzursuz dıygulardan
kontrolden çıkmış bi küfür gibi sarhoş bi ağızdan
perdenin arksında kimin olduğunu bilmediğimi sanma
neden bunca şeyi kabullendiğimizi bilmediğimi
ve tüm gecenin bununla burada biteceğini
daha da içmemiz gerek bunu biliyorsun
ne çok şey biliyorsun
beni şaşırtıyorsn

şaşkınlıktan ve kızgınlıktan yazıyor insan
dünya biraz böyledir biraz şöyle
unutmamak gerek ki bildiklerimizi kuşatıp boğazını sıkarken bilmediklerimiz
dur orda

orda dur
ayaklarına bi göz at hala yerinde mi
seni yukarıya kadar taşıyabilir mi
cennetin kapısına
kapısı kapanacak bi cennetten
çatlak bi bardak gibi atarlardı seni
biliyorsun
şimdi
dünya senin
ne kapı ne pencere
ne delik ne anahtar
ne metafor ne delilik
kan ve kanşekeri

rüzgarsız dağılıyor saçların görebiliyorum
inanmakta tereddüt ediyorsun
gözlerinde bulabiliyorum
kaybolmak istiyorsun ama
peşindeyim
kendimi kaybedersem eğer
sana sırrımı verebilirim

belki gömleğime sarıp


zgr

  © Blogger template 'iNY' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP