6 Eylül 2008

HATIRA ORMANI


Bilinç ormana benzer. Yaşanan, anlamlandırılan her şey ağaçtadır. Kimi zaman bir yaprak; kimi zaman hayattaki güçlü bir değişimi ve yeni yaşantılara, anlamlara uzanan bir dalı sembolize eder.

Kapıyı çarptım ve çıktım. Sarı yapraklı kızıl çizgiler yere saçıldı. Ardımda müthiş bir trafik bırakmıştım. Yükseklikten bunaldım ve uçmamak üzere bıraktım kendimi. İçine daldığım suyun bu kadar yumuşak olması, düşüşümü korkunç derecede uzattı. Zar zor bir dala tutundum ve ayaklarım çıplakken daha insaniydi. Mide bulantısı veren siren sesleri ve düdükler kanatlarımı ağırlaştırdı. Yürümeye başladım ve sonra sıçramaya, mistik bir ezgi eşliğinde. Sigaramı söndürdüğümde her şey bitmişti. Parmaklarım ölü filtreye sımsıkı tutunmuş, ses kesilmiş ve görüntü donmuştu. Sol yanağıma yediğim tokat yeni bir hareket tarzı doğurdu evrende ve her şeyde. Nereye gidersem gideyim yolumun kenarında bana –her zaman- eşlik eden o kızıl yapraklı sarı çizgiler bu defa yoktu. Küfür ettim geçmişine her şeyin. Her yerin tabanına ve her duygunun tavanına; küfrettim ve ardından sıçramaya başladım. Mavi bir kayıkta –ki tek kürekliydi- yarı baygın uyandım. Ay elinden geldiğince ışık veriyordu karanlığıma. Issız bir eve girdim. Kapının ardına atılmış zarflara bakmadım bile. Musluğu açar açmaz müthiş bir yağmur başladı. Üzerimdeki kuru iş kıyafetlerimle ıslanmayı göze alamadım. Musluğu kapadım ve soyundum. Kayalıklara uzanıp güneşe sarıldım. Sırılsıklam uyandım. Sımsıkı avucumda bir akrep ölü bir insan gibi yatıyordu. Avucumdan ölü akrebe mezar yaptım ve orada bıraktım. Sersemlemiştim, şarkı bile söyleyemiyordum. Güneş neden hep tepede ve ay neden sürekli daireler çiziyor etrafımda. Kimi zaman nefes alamıyorum, doktorların henüz bilmediği bir astımım var. İyileşmek için her hafta 10bin kulaçlık mesafeyi yürüyorum.

-Bu dünyada doyurulmamış açlıktan nefret ediyorum. Aklınıza gelebilecek her türlü açlık! Kürsülerden nefret ediyorum ve yükselmek için kürsülere aç insanlardan-

Tatlı meyvelerle dolu sepete uzandım ve kapı kolunu çevirip içeri girdim. Dışarıdaki kavgayı içerideki TV den seyreden insanların arasında yüzdüm. Zıpkınım yoktu ve çok açtım. Çiğ ruhlarını pişirmeden yedim. Her şeyi düşleyebiliyordum ancak birkaçını yaşayabiliyordum. Filtreyi bıraktım. Halı kirliydi, yatak dağılmış, sular etrafa saçılmıştı. Tencerenin kapağını kaldırdım hasretle taşan kendimi gördüm. Yere serildim. Sürüne sürüne bir dağın yamacına geldim. ^^Yankılanan sesim olmasın?^^ Bu çölde bütün kumlar birbirine karışmış. Altın sarısı bir ip çıkageldi, kıvrıla kıvrıla. Daha önce hiç duymadığım ve duyduktan sonra hatırlamadığım bir şeyler söyledi. Çok korkmuştum, hemen koşmaya başladım. Ceplerimden düşenlere aldırış etmedim. Koştum ve sürekli koştum. Nereye gidersem gideyim yol kenarında bana eşlik eden gelinciklerden hiçbir iz yoktu. Durdum. Bu yol benim yolum değil! Daha önce hiç yürümemiş ya da yaşamamış değilim! Hepinize kızıyorum


(hepinize kızgınım) Tek kürekle aşabildiğim kadarını aştım denizin. Ama deniz yuvarlaktır. Ne başı vardır ne de sonu. Bildiklerim hep benim bildiklerim.

0 comments:

  © Blogger template 'iNY' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP