29 Temmuz 2007

çok sıkıcı kendine dönük içe kıvrık yazı

kendimi oyalayacak bir şeyim olmadığında ,yani boşlukta salınıyorsam; örneğin tatilde bir şezlong üzerinde öylece yatıyorsam ya da sıradan bir akşamüstü kanepeme uzanıp televizyon izliyorsam yaşıyor olmanın hiç bir anlamı olmadığını fark ediyorum..üzgün olduğumdan değil,ya da yaşamın sıkıcı olduğunu düşündüğümden de değil sadece anlamsızlık..o zaman mutlu olmak ya da mutsuz olmak bir yük gibi geliyor..bunu taşımak zorunda olmadığımı düşünüyorum ve hiç bir şeyin değişmeyeceğini..ne gibi bir bahane uydurabilirim ki kendime yaşıyor olmakla ilgili..çünkü bu manasızlık hali hiç trajik değil..sadece olduğu gibi ve orada..yaşamak bir ödül değil ölmek de bir ceza..öylesine bir şey işte..sadece yaşıyor olmak yada ölü olmak gibi bir bilincimiz var..bilinç değil mi ki bizi herşeyden ayırdı..o zaman her canlı gibi sadece nefes almayı beslenmeyi sürdürürüm çünkü bu hayatta kalma güdüsü ,bu güdüye tutun sadece diyorum ama yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz tüm o referanslardan bu kadar uzakken bunu yapmak ayrı bir kasış..yani hangimiz doğadaki bir hayvan gibi yaşıyoruz ki..bir dolu uyaranın saldırısı altında gerçekten ne istediğimizi ayırt etmeye çalışmak..sonra unutuyorum tüm bunları..bilinçli olarak..yapabildiğim kadarıyla..bilincin iki yönlü işlemesi marifetiyle..oyalıyorum kendimi muhabbetle, yarattığım ossuruktan işlerle..sonra geçiyor..bir daha da gelmesin istiyorum

dyg

1 comments:

priss

günü geldiğinde, herşey kitaplarda yazılı olduğu şekilde gelişir de dünyamız başımıza yıkılır ve biz sorgulanmak üzere bedensiz varlıklarımızla yine bedensiz, ama iktidar sahibi bir varlığın karşısına çıkarılırsak... tüm bunlar olur ve herşeyin sonunda yaradılışın özünde, bu kudret sahibi varlığın malum bilinme ve tapınma gereksinimi olduğunu anlarsam.. şuan olsa çok gülerim mesela ama o an bunu yapabilceğimi sanmıyorum...

öteki türlü de, tüm bunların hiçbi anlamı yoksa, zaman onu harcama şekline göre anlık göreceli ama en sonunda bütününe baktığında içini nasıl doldurduysan doldur hep çok anlamsız ve bir o kadar yetersiz geliyorsa, varlığınla ilgili bu kadar sancılı, zorlu bir sürecin sonunda elinde koca bir boşluk kalacaksa... ehh bu da çok can sıkıcı bir durum oluyor.

ama şuan tüm bu iç hesaplaşmaları ölümü bekleyeceğim yaşlılık günlerime saklamayı tercih ederim, ve şu dediğin referanslar.. yüzeysel ve samimiyetsiz gelseler de kendimi, onların peşinde koşarken bulacağımı biliyorum.

ve bu kıytırık komenti woody den bi alıntıyla nihayetlendiriyorum:

"Bir espri vardır,bilirsiniz.yani işte,iki yaşlı kadın dağ başında bir lokantada yemek yemektedirler. Biri lanet olsun der,yemekler ne kadar da berbat! Evet der diğeri,üstelik ne de az! yani bu benim yaşam hakkındaki düşüncemin kısaca özetidir.Evet; yalnızlıktır,sefilliktir,acılar ve mutsuzluklarla doludur ama keşke bu kadar kısa olmasaydı!"

labels: post ebatlarında koment yazmak, kasım kasım kasılmak, bi abartmak bi abartmak...

  © Blogger template 'iNY' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP